3 Mart 2024 Pazar

Tutarsızlık, İnsanlığın Yüz Karasıdır

Tutarsızlıklardan, net olmayan durumlardan ve belirsizliklerden nefret ediyorum. Bazı şeyler baştan konuşulur, halledilir, biter sanıyordum yıllarca. Meğer ne güzel yanıltıyor beni insanoğlu. Her geçen gün yeni bir şey öğreniyorum haklarında. Arkalarında duvar gibi durdukları o düşünceleri sadece birkaç gün içerisinde yıkılabiliyor, belki de ufak bir sarsıntı ile. Trajik olacak ama bu duvarların ufak bir sarsıntıda yıkıldığını düşünürsek deprem yaşandığında ne gibi yıkımlar olacak? Ufak sallanmalarda ayakta duramayan insanlar, diğer tüm acıların karşısında nasıl duracak? Bir ilişkiyi baz alalım: Çok farklı düşünen iki insanın iletişim kurarak birbirini tanıması gerekir. Ufak sorunlarda kaçmak yerine konuşarak çözüm üretebilmeliler. Bunu yapamazlarsa yalnızca karşısındaki ile değil, kimseyle düzgün bir ilişki yaşayamazlar. Bu sadece ilişkiler için de geçerli değil, arkadaşlıklarda da böyle durumlar yaşanabiliyor. Merak ediyorum, neden kolaya kaçıyorsunuz? Bu hayata yalnızca bir kere geldiniz, bazı şeylerin çabalamadan olamayacağını düşünebiliyor olmalısınız. Bir sınava çalışmadan dersi geçemezsiniz mesela. Kopya ile geçmeyi de tercih edebilirsiniz tabii ki, ama yine kolaya kaçmış olursunuz. Hayatın böyle zevkli olacağını size düşündüren ne oldu, gerçekten merak ediyorum.

Kolaya kaçmak, oldukça basit bir eylemdir. Bunu herkes yapabilir ve bu eylem kimseyi özgün kılmaz. Özgün olabilmek, bir ilişki için, bir iş için, bir fikir için sonuna kadar savaşmaktır. Bu savaşın galibi olabilmek, karşı taraf ile kurduğunuz sağlıklı iletişim ile mümkün olacaktır. Bunu sağlayamadığınız da hükmen yenik sayılırsınız. 

Hayat, çıkarken nefes nefese kalacağınız uzun bir yokuş gibidir. Bu yokuşun sonunda kazanacaklarınız sizi heyecanlandırıyorsa çabalarsınız. Eğer yokuşun sonuna gelemeyeceğinizi baştan kabul ediyorsanız bu yokuşta size eşlik etmek isteyenlerin vaktini çalmayın. Yalnızca sizin değil, herkesin vakti değerli. Bazı şeyler denenmeden bilinmese de bunun aksine bazı durumları denemeden tahmin edebilirsiniz. İyi düşünün, yalnızca kendinizi değil tabii, karşınızdaki insanın da duygularını düşünün ve paylaşın. Sonunda yalnız kalmak istemiyorsanız bunu yapmanız şart.

22 Haziran 2022 Çarşamba

Benim Sitemim Karanlığı Seçenlere!

Şu an yazacağım satırları yazıp yazmama arasında o kadar çok kaldım ki. Dedim ki yaz, her şeyimi paylaşıyorum, burası benim günlüğüm, sadece iyi şeyleri yazmak samimiyetsiz olur. Sonra vazgeçtim, herkes okuyacak özeli kalmayacak vs. Ama en sonunda doğru kararı verdiğime inanıyorum. Evet, okumak için hazırsanız başlıyorum.

Günümüz ilişkilerini şekillendirmek ve yaşamak zor, biliyorsunuz. Şu ana kadar ne için, kim için savaştıysam hep yarım kaldı. Gerçekten savaşılmayı hak ettiğini düşündüğüm insanların hiçbiri şu anda yanımda değil, nerede olduklarını da bilmiyorum. Bir anlık yanılgıya kapılıp kendimi yormayı seçtiğim bir yol olmuş bu kısaca. Ama asla pişman değilim. Pişmanlıktan ziyade kızgınım, kırgınım. Sevmek, saymak, paylaşmak, gerektiğinde kırmak ve kırılmak ama en sonunda gönül alabilmek. Bunlar benim hayatımda kullandığım anahtar sözcükler, hep de kullanacağım. Ama diğer insanların da kullanmasını o kadar isterdim ki. Kalp kırmış, yanlış sözler sarf etmiş, üzmüş olabilirim; hiçbir zaman yapmadım, haklıyım kafasında olmadım, olmayacağım da. Ama konuşarak, bir şeyleri anlatarak çözmeye çalıştıkça karşı tarafın kaçtığını hissediyorum. Öyle zor ki tek başına savaşmak. Neden kaçmak yerine dinlemiyorsunuz? Neden bir şeyleri paylaşarak güzelleştirmek yerine karanlığı ve depresyonu seçiyorsunuz? Gerçekten merak ediyorum. Benim sitemim karanlığı seçenlere, bazen karanlık tarafı seçip asıl yeri aydınlık olan kişilere değil.

Bu tarz durumlarda siz hangi taraftasınız, yorumlara yazmanızı merakla bekliyorum. Belki istişare yaparız.

8 Mart 2022 Salı

Acıların Kadını Bergen'in Trajik Hikayesi

 


Belgin Sarılmışer, ya da sahne adıyla bilinen Bergen, 15 Temmuz 1959 yılında Mersin'de 7 çocuklu bir ailenin son çocuğu olarak doğdu. Anne ve babası boşandıktan sonra annesi ile Ankara'ya yerleşti. Kendisi Türk arabesk şarkıcısıydı ve aynı zamanda oyuncuydu. Ankara'da konservatuarın orta bölümüne başladı fakat okulu yarım bıraktı. Bir süre PTT bünyesinde memur olarak çalıştı. Bir gece Ankara'da arkadaşlarıyla eğlenmeye gittiği ''Seyman Kulüp'' isimli pavyonda Orhan Gencebay'ın ''Batsın Bu Dünya'' şarkısını söyledi. Pavyon sahibi Bergen'in sesini çok beğendi ve pavyonda çıkmasını teklif etti. Ankara'da birçok pavyonda çalıştıktan sonra gelen bir teklifi değerlendirerek Adana'ya gitti. Adana'ya gitmek Bergen'in acılı hikayesinin başlangıcı oldu. Çünkü orada Halis Serbest ile tanıştı. Serbest, Bergen'e her gece çiçekler gönderiyor, en ön masada kendisini seyrediyordu. Serbest'in inadı ve ısrarı üzerine evlendiler. 

1988 yılında yapılan bir mülakatta Bergen olanları şöyle anlattı;

"Ben sahneyi çok seven, açıkçası sanatına âşık bir kişiydim. O ise kıskanç bir insandı. İlk başlarda bana hissettirmemeye çalıştı. Ama sonra ortaya çıktı, ilk dayağımı o zaman yedim. Beni sahneden aldı ve bir eve kapattı."

Halis Serbest'ten ayrılan Bergen, annesiyle birlikte İzmir'e kaçtı. Serbest, kiralık bir katile 500 bin lira vererek İzmir'e gönderdi. 31 Ekim 1982 gecesi İzmir Alsancak'ta ''New York'' adındaki pavyonun kapısında annesiyle birlikte taksiye binmek üzereyken kiralık katilin kezzap saldırısına maruz kaldı. Bergen, daha sonra yapılan bir mülakatta olay anını şöyle anlattı;

“O anda iki gözüm gitti. Biraz alkollü olduğum için hiçbir şeyin farkında değilim. Sadece çığlıklar duyuyorum. Bir ara 'Suya götürün!' diyorlar. Kadere bak ki, sular kesik. Su, ip gibi akıyor. Üzerimdeki giysileri yırtıp her tarafımı sardılar. O an her yer çok karanlık, bir şey göremiyor, gözlerimi açamıyorum. Kısa bir süre sonra ekip arabası geldi. Ege Üniversitesi Hastanesi'ne götürdüler. Hastanede 45 gün kaldım, yara tedavisi gördüm.”

Bergen bu olayda çok ağır yaralandı. Olayı basından takip eden, o zamanların ünlü estetik cerrahı Onur Erol, gönüllü olarak Bergen'e yardım etti.  Bergen İzmir'den Ankara'ya getirildi. Onur Erol, 13 Şubat 2010 tarihinde Milliyet Gazetesi'nden Elif Berköz'e hastasının durumunu şöyle anlattı;

''En az üç kez ameliyat ettiğimi hatırlıyorum onu. Çünkü dokuların iyileşmesi, olgunlaşması aylar sürer bu tip yanıklarda. Zımparalama yöntemiyle Bergen’in derilerini soymuştuk. Sağ gözü çıkmıştı, kapakları kapanmıyordu. Sonradan eklenecek protez için göz çukuru yaptım. Burun kanatları yok olmuştu, oraya kıkırdaklar kondu. Yüzüne kalçasından deri eklendi.''

Sağ gözünün hasarı sebebiyle saçlarını sağ gözünün üstüne atmasıyla, bazense güneş gözlüğüyle olan imajıyla akıllarda kaldı Bergen. 1986'da yayınladığı dördüncü stüdyo albümü ''Acıların Kadını'', kendi hayat hikayesini anlatan albümle aynı adlı filmde oynamasının ardından ''Acıların Kadını'' olarak anılmaya başladı.

14 Ağustos 1989'u 15 Ağustos'a bağlayan gece, Adana'da boşandığı eşi Halis Serbest tarafından kurşunlanarak öldürüldü. Bergen 30 yıllık kısa yaşamına 6 long play, 11 kaset, 129 şarkı ve 1 video filmi sığdırdı. Şu anda memleketi Mersin'de Şehir Mezarlığı'nda yatmaktadır. 

Dileriz huzurlu bir uyku uyuyorsundur Bergen. Çünkü sen yaşarken o huzuru, mutluluğu yaşayamadın. Umarız ki şimdi yaşıyorsundur...

3 Mart 2022 Perşembe

23 Yaşından Beri Şizofreni Hastalığıyla Savaşan Onur’un Hikayesi

 


Onur, Ankara’da yaşamış ve 5 yaşında okula başlamıştı. Etrafındaki insanlar onun çok zeki olduğunu düşünmüş hep. Kitap okumayı çok seven Onur, hastalığı sebebiyle bir süre sonra bunu yapamamaya başlamıştı. Bir gün yine kitaplara bakarken Hayat Ansiklopedisi’ne denk gelmiş ve ‘’Şizofreni Maddesi’’ ilgisini çekmiş. Her şeyi okuduktan sonra okuduğu sayfada 2 tane resim görmüş. O resimleri hala hatırlıyormuş Onur. Bir küçük kız ve bir küçük köpek birlikte ağaç altında piknik yapıyorlarmış. Normal insanların gördüğü resim buymuş en azından. Fakat şizofreni hastası bir insanın görmüş olduğu şey havanın kasvetli oluşu, korkunç ve küçük bir kız ve son olarak da canavar bir köpekmiş. İşte şizofreni merakı tam olarak burada başlamış.

İlk atağını 23 yaşında Bolu’da üniversite öğrencisiyken geçirmiş. Arkadaşlarıyla film izlerken başına aniden bir şey olmuş. Onur bunu anlatırken evlerde atan sigortaya benzetmiş yaşadığı durumu. Burnuna gelen yanık kokusuyla kendini mutfağa atmış. Ardından evin içinde gezmeye başlamış fakat kimseye bir şey söylememiş. Bir terslik olduğunu anlamış elbette ancak tam olarak kavrayamamış yaşadığı şeyi. Daha sonra evdeki arkadaşlarının ajan olduğunu, film izlerken kendisini öldüreceğini ve intihar ederek kurtulacağını düşünmüş. O an bütün algıları, düşünce ve duyguları bozulmuş. Film bittikten sonra dolaşmak için dışarı çıkmış fakat dönüş yolunu bulamamış ve 2-3 saat boyunca dolaşıp durmuş. En sonunda evi bulduğunda kız arkadaşı ona ‘’Neden geç kaldın, evin yolunu bulamadın değil mi?’’ Diye sorunca düşüncelerinin okunduğundan şüphelenmeye başlamış. Onur, bu tarz ataklarla 2-3 sene ilaçsız bir şekilde yaşamaya çalışmış. Kimseye tek kelime etmemiş. İlk atağından sonra 2-3 ay boyunca gündüzleri dışarı çıkamamış. Nadiren akşamları çıkıyormuş. Yoğun bir korku hissediyormuş.

Ailesi ve arkadaşları bir terslik olduğunu anlayınca Onur’u doktora götürmek istemiş haliyle. Ama Onur bunu hiç istememiş, çünkü doktorların ajan olduğunu ve kendisini zehirli bir iğneyle öldüreceğini düşünüyormuş. Bir gün babası, annesini hastaneye götürme bahanesiyle Onur’u doktora götürmüş. Onur ise tedaviye ihtiyacı olmadığını söyleyerek odadan ayrılmış. Yıllar sonra ağabeyinin ısrarları sonucu doktora gitmeyi kabul etmiş. Eski düşünceleri değişmemiş, hala doktorların kendisini öldüreceğini düşünüyormuş. Fakat doktor bir şekilde Onur’u ikna etmiş. Sonuç olarak, yıllar sonra Onur ilaç tedavisine başlamış. Tedavi başladıktan sonra ilaçların etkisiyle 58 kilodan 100 kiloya çıkmış. Doktorun raporunda şizofreni teşhisini gördükten sonra internette araştırmaya başlamış ve senelerdir yaşadığı bütün sıkıntıların maddeler halinde yazıldığını görmüş.(Televizyondan gelen şifreli mesajlar, düşüncelerinin okunduğunu düşünmesi, beyninin kontrol edildiğini zannetmesi gibi…) Şaşırmış önce, sonra da rahatlamış. ‘’Bu bir rahatsızlık’’ demiş kendi kendine. Şizofren olduğu için de çok üzülmüş. Bir dönem kendini demlik zannediyormuş. Kendini toprak ve su zannettiği bir dönem de olmuş.

Bir gün 40-50 tane kitabı, kitapların okurken enerji oluşturdukları ve oluşan bu enerjinin evrende bir şeylerle etkileşime girip yaşadığı sıkıntıların sebebi olduğunu zannetmesi üzerine Ankara’daki Dışkapı Köprüsü’nün altında yakmış.

Önemli ölçüde iyileşme kateden Onur, yazarlık, tiyatro ve resim kurslarına gitmiş. Şiir yazmakı çok seviyormuş. Yazarken rahatlıyor ve keyif alıyormuş. Yazar olmak hayaliymiş. İnsanları gülümsetebilen ve düşündüren şiirler, öyküler yazmak istiyormuş.

Onur’u şizofreni kadar zorlayan bir diğer durum ise işsizlik… Hem şizofreniyle hem de işsizlikle mücadele etmek zorunda. Birçok firmanın engelli kadrosu bulunuyor fakat çoğu şizofren hastasıyla çalışmak istemiyormuş.


1 Mart 2022 Salı

Dünyanın En Çirkin Kadını Seçilmeyi Göze Alan O Fedakar Anne; Mary Ann Webster!

    


                             Mary Ann'in hastalıktan önceki ve sonraki halleri

   Mary Ann Webster(kızlık soyadı ile), 20 Aralık 1874'te Londra'da, işçi sınıfı bir ailenin 8 çocuğundan biri olarak dünyaya gelmiştir. Eğitimini bitirdikten sonra hemşire olan Mary, 1903 yılında, yani 29 yaşında bahçıvan Thomas Bevan ile evlenerek eşinin soyadını almıştır. Bu evlilikten sonra 4 çocuk sahibi bir kadın olmuştur.

   Doğum yaptıktan hemen sonraki dönemde Mary, çok ciddi migren atakları, görme problemleri, eklem ve kas ağrıları çekmeye başlamıştı. Her sabah yataktan ağlayarak uyanıyor, hem eşine gülümseyebilmek hem de çocuklarına iyi bir anne olabilmek için elinden gelenin fazlasını yapıyordu. Fakat yetmiyordu. Artık kocası bile onunla konuşurken yüzüne bakmıyordu. Bu, Mary için çok ağır bir durumdu. Durum bu iken doktora da görünemiyordu haliyle. Ağrılarıyla yaşamına devam ediyordu.

  Mary'nin hastalığı ilerledikçe semptomları da aynı orantıda değişiyor ve artıyordu. Yüzünde anormal bir büyüme baş gösterdi. Bu büyümeyle birlikte farklı bir görünüme sahip olmuştu artık. Akromegali, yani devlik hastalığının 20.yüzyılın başlarında değil tedavisi, doğru tanısı bile konamazken Mary, dünyada 1000 kişide görülebilecek bu hastalığa yakalanmıştı ve maalesef ki çözümü yoktu. Hastalık, vücutta aşırı miktarda büyüme hormonuna neden olan ve kemik, iç organ ve yumuşak doku büyümesine yol açan bir nöroendokrin bir bozukluk olarak tanımlanmaktadır. Hastalığa sıklıkla baş ve kas ağrısı eşlik etmektedir. Çoğu durumda, akromegali, hipofiz adenomu olarak bilinen iyi huylu bir tümör nedeniyle oluşuyor.  Bugün, doktorlar bu hastalığı çok rahat bir şekilde tedavi edebiliyor, fakat o zamanlarda Mary için yapılabilecek hiçbir şey yoktu, Mary çaresiz durumdaydı. Her geçen gün şiştiğinin ve güzelliğinin giderek kendisinden uzaklaştığının farkındaydı. Aynaya bakmak bile ızdıraptı onun için.

   Mary her geçen gün kötüleşirken eşi Thomas Bevan, desteğini hiç esirgemedi, hep yanında oldu. Fakat hayat onlar için çok farklı planlar yapmaktaydı. 11 yıllık mutlu bir evliliğin ardından Thomas Bevan hayata veda etti. Mary yalnızdı artık. Yapayalnız. Ve 4 çocuk. Ne yapacağını bilemez halde hem ağrılarıyla uğraşıyor, hem de kocasının yasını tutuyordu. Parası yoktu, çalışması gerekiyordu fakat dış görünüşü buna engel oluyordu. Çaldığı kapılar bir bir yüzüne kapanıyordu.

   Mary'nin hayatını değiştiren o gün gelip çatmıştı. ''Dünyanın En Çirkin Kadını Yarışması''... Bu yarışmaya katılmalıydı, çünkü sorumlu olduğu 4 çocuğu vardı. Fakat katılırsa.. Çirkin olduğunu kabul mu etmiş olacaktı? Yok canım, bir sürü insan var en çirkini olmasının imkanı yoktu! Yoksa var mıydı? Bilemiyordu. Aslında biliyordu. Bu yarışmaya katılacaktı, çünkü paraya ihtiyacı vardı. Ve büyük ödül 50 dolardı. 50 dolar! Bu parayla neler neler yapardı, çocuklarına ne yemekler hazırlardı...

   Mary yarışmayı kazanmıştı. Hem mutluydu, hem de çok buruktu. Dünyanın en çirkin kadınıydı artık. Ve basına malzeme olmuştu. Ucube, çirkin, canavar... İnsanlar ağzına geleni söylüyordu onun için. Gazetelerde hakkında hoş olmayan makaleler yazılıyordu. Bu çok ağır bir travma bir kadın için, bir insan için. Fakat Mary dayandı. Çocukları için, kendisi için çok büyük bir hayat mücadelesi verdi.

   1920 yılında ABD’de çalışmaya ve Coney Island’ın Dreamland şovunda yer almaya davet edildi. Çirkinliğini ve maskülen görüntüsünü sergileyebileceği kıyafetler giyerek görünüşünü sergiledi sirklerde. Bu şovlarda sıra dışı başka insanlar da vardı; sakallı bir kadın, cüceler, devler, Siyam ikizleri.. Hepsi insanları güldürmek için orada toplanmıştı. Ve namı diğer ''ucubeler''di...

   

                         Mary Ann ve çocukları

  Mary Ann Webster, hayatının geri kalanını sirkte çalışarak geçirdi. Fakat sahip olduğu hastalık sebebiyle fazla bir yaşam süremedi. 1933 yılında, 59 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Arkadaşlar bu bir mücadele hikayesidir. Bu çocukları için her şeyi yapan bir annenin hayat hikayesidir. İbret alınmalıdır. Annelik işte tam olarak böyle bir şeydir.




11 Nisan 2021 Pazar

Şimdi Sevmek Zamanı

 Uzun zamandır içime dert olan bir konuyla karşınızdayım bugün. Başlıktan da anlayacağınız gibi günümüzün en büyük problemi ''sevmek''. Aslında sadece bu da değil. Seviyormuş gibi yapmak, sevememek, sevgisiz büyümek... Bu örnekler çoğaltılabilir. Asıl problem sevmek de değil, sevmeyi bilmemek. Ailesinden sevgi görmemiş insanlar bu sevgiyi karşı cinsten ya da en yakın arkadaşından görmek istiyor ama o kadar kolay değil bu. Aile sevgisini kimse kimseye veremez, hele bu duyguyu yaşamayan hiç veremez. Yapılması gereken nasıl sevileceğini öğrenmek ve öğretmek olmalı. Can yakmadan, karşılık beklemeden sadece sevmek, saf sevgi. Bir kediyi sevmek, bir köpeğin başını okşamak, bebekleri, çiçekleri, insanları... Kısacası tüm canlı ve cansız varlıkları sevmeyi öğrenmek zorundayız. Sevginin her şeyi iyileştirebildiği bir dünyada yaşıyoruz, bunun farkında olmalıyız. Kötülük hiçbir işe yaramaz, siz karşı tarafı ne kadar kırmak, üzmek isterseniz o kadar üzülüyorsunuz, çünkü karma diye bir şey var. Bunu yapmanın size hiçbir faydası olmaz ama iyilik ve saf sevgi öyle değil. Binlerce insan, hayvan, eşya, bitki olur hayatınızda. Sinirinizi, üzüntünüzü sevgisiyle geçirebilecek bir sürü güzel şeyden bahsediyorum. Sözlerime kulak verin ve benden sonra siz de söyleyin; şimdi sevmek zamanı!

31 Mart 2021 Çarşamba

Hayal Kırıklığı da Hayata Dair

 Hayal kırıklıklarının da hayata dair olduğunu bir kez daha anladım. Beklediğim şeyler gerçekleşmedikçe, istediğim şeyler olmadıkça ve attığım adımların karşılığını alamadıkça üzülüyorum. Ama sonrasında güzel şeyler olacağına dair inancım yeşeriyor. Kendime biraz zaman tanıyorum, üzüntümü yaşıyorum, sonrasında hayatıma kaldığım yerden devam ediyorum. Aslında şimdi fark ettim de, çoğu zaman böyle yapıyormuşum. ''Yağmur Sonrası Gökkuşağı'' isimli yazımda da bunu vurgulamışım 2017 yılında. Demek ki bazı şeyler hiç değişmiyormuş :)

Tutarsızlık, İnsanlığın Yüz Karasıdır

Tutarsızlıklardan, net olmayan durumlardan ve belirsizliklerden nefret ediyorum. Bazı şeyler baştan konuşulur, halledilir, biter sanıyordum ...