3 Aralık 2020 Perşembe

Hayat Çelmesini Taktığında

 Mükemmel bir insan değilim ve mükemmel bir hayatım yok. Her insan gibi benim de eksilerim, hayatımın da eksikleri var. Bazıları tamamlayamayacağım kadar büyük ve onları olduğu gibi kabul etmem gerek, bazılarıysa minicik; birazcık uğraşla çok rahat bir şekilde artıya çevrilebilir. Bende bunun için uğraşıyorum. Yazı yazdığım yerler, okuduğum okul/bölüm, uğraştığım aktiviteler... Gibi gibi gibi. Saymakla bitmez aslında. Hiç durmuyorum da diyebiliriz. Durup dinlendiğim anlar yok mu, tabii ki var. O anlarım olmasa başarıya ulaşamazdım. Hayatta bazen molalar çok işe yarar, ilham verir, insana motivasyon sağlar. İyi düşünebilmek için ruhen ve bedenen dinlenmek gerek. Hayat aslında tam da bu zamanlarda çelmesini takıyor insana. Üstelik bir taneyle de kalmıyor. Önemli olan bu çelmeler değil, o çelmelerden nasıl kurtulduğumuz. Eğer pes edip ilk çelmede düşersek, hiçbir şeyi tam anlamıyla başaramayız. 

1 Kasım 2020 Pazar

Her Şeye Rağmen Dimdik Duracağım

 Acının ve ayrılığın sanata katkısı su götürmez bir gerçek. Ne zaman üzgün, duygusal ya da düşünceli olsam kahvemi hazırlamış, buraya yazarken ya da bir şeyler karalarken buluyorum kendimi. Böyle bir girişle nereye bağlayacağımı düşünmüş olabilirsiniz. Anlatayım. Biliyorum ki hiç kimseye muhtaç değilim, yalnız değilim, özgüvensiz değilim. Benim ilk işim kendime güvenmek ve bir yol haritası çizmek. Aslına bakarsak bunu yapıyorum. Dgs sınavına gireceğim ve bunun için durmaksızın çalışıyorum, bir yandan iş arıyorum, bir yandan yazıyorum, okuyorum. Bunları yapabiliyor olmak, en azından sağlıklı olduğumu bilmek beni çok mutlu ediyor. Sevdiklerimin yanında olduğunu bilmek ise ayrı bir mutluluk.

Her insan gibi deniyorum, yeniliyorum, üzülüyorum, sinirleniyorum, düşüyorum ve tekrar kalkıyorum. Bunu yapmam gerektiğini biliyorum. Ben güçlü bir insanım, kendimi tanıyorum ve ne istediğimi biliyorum. Kendimi ve karşımdaki insanı üzmek düşüneceğim en son şeydir. Mutluluğun ve huzurun arayıcısıyım. Mutsuzluk yaratan insanlar ve ortamlardan olabildiğince kaçıyorum, çünkü bunun bana bir katkısı olmayacağını biliyorum.

Bugün bir ayrılık yaşadığım doğru, ama bundan pişman değilim. Olması gereken buydu ve ilk sözü birinin söylemesi gerekiyordu, o da ben oldum. Şimdi çok huzurlu hissediyorum kendimi. Yastığa başımı koyduğumda uzun bir süreden sonra soluksuz uyuyacağımı biliyorum. O kadar memnunum ki hayatımdaki dengesizlikleri bir dengeye koyduğum için, derslerime daha çok adapte olabileceğim için. Yaşadığım her şey için Tanrı'ya teşekkür ederim.

14 Ağustos 2020 Cuma

Olgun Bir İnsan Olmak

 

Sahi neydi olgunluk? Bir şeylerin üstünü kapatmak mıydı, yoksa affedici olup her şeyi geride bırakmak mıydı? Bu soruya cevap vermek zor. Gerçekten olgunlaştığını anlayabilen bir insana sormak lazım. Hayatımızın her evresinde olgunlaşıyoruz aslında. Ölümde, ayrılıkta, aşkta, arkadaşlıkta… Ve bitmek tükenmeyen bir sürü şeyde. Bu olgunluk kavramını tecrübeyle de ilişkilendirebiliriz aslında. Tecrübe, bir konuda zamanla edinilen bilgi birikimidir. Felsefede de sıklıkla kullanılır. Buradan çıkarılması gereken yaşadığımız olayın bir ders olduğudur. Ve bu dersi hiç unutmamak üzere hayatla bütünleştirmeyi öğrenmek gerekir.

‘’Affetmek bakış açını değiştirir. Unutmak ise aldığın dersi kaybettirir.’’ Demiş Paulo Coelho. Ne de güzel söylemiş. Bazı şeyleri yaşamamış olmayı dilediğimiz zamanlar çoktur. O insanı tanımamış olmak, yaşattıklarını hatırlama eylemini tamamen ortadan kaldırmak isteriz. Ama bu mümkün değildir. Acı çekmek, tecrübe etmek olgunlaşmaya bir adım daha yaklaşmaktır. Yaşadıklarımızla bütünleştiğimiz zaman asıl kendimize kavuşuruz. O insan olmasaydı sabırlı olmayı öğrenemezdin belki, ya da neyi ne zaman söyleyeceğini. Ya öfkene hakim olmayı? Onu nasıl atlayabilirim ki… O insan çok şey kattı sana. Yaşadıklarını hiçbir zaman göz ardı etme. Tecrübelerine sımsıkı sarıl, hiç bırakma.  Eğer bırakırsan en başa dönersin, her şey tekrar tekrar yaşanır, hem de hiç bitmemek üzere.

26 Temmuz 2020 Pazar

Benliğinizi Yaşatmaktan Korkmayın

Günümüzde çocuksuluk ve çocuk ruhlu olmak çok karıştırılıyor. Bir insanın salıncağa binmesi çocuksuluk mu yoksa çocuk olmak mı bunu ayırt edemiyor insanlarımız. Madem durum bu, cevabını vereyim öyleyse. Tabii ki çocuk ruhluluktur. Kendimden örnek vermem gerekirse ben insanına ve var olan duruma göre şekil alırım. Tıpkı bir sıvı gibi. Eğer eğlenceli bir ortamdaysam mutlaka espriler yaparım. Bir eğlence merkezi ya da parktaysam mutlaka salıncağa, tahterevalliye binerim. Çünkü bunlar beni mutlu ediyor ve ben kendimi mutlu olduğum şeylerden alıkoymak istemiyorum. Ancak insanlar eleştirilmekten, dalga konusu olmaktan o kadar korkuyor ki içlerindeki çocuğu yaşatamıyor. Lütfen yazdıklarıma kulak verin;

İçinizdeki çocuğun ölmesine izin vermeyin, onu daima yaşatın. Dalga geçilmekten, eleştirilmekten korkmayın. Zaten böyle bir grubun içindeyseniz o insanlar sizin için doğru arkadaşlar değildir. Eğlenmeyi, kendinizi mutlu etmeyi hiç bırakmayın. Lütfen kendinizi ihmal etmeyin.

17 Mayıs 2020 Pazar

Anksiyete Sürecim

Öncelikle anksiyeteyi tanımlamak istiyorum. Anksiyete bozukluğu, psikolojik rahatsızlıklar arasında yer almaktadır. Toplumun %18'ini etkisi altına alan bu problem daha çok arttığında hastalık seviyesine gelebilmektedir. Yani ben de bu %18'lik kısımdayım. 
2 senedir bu hastalıkla mücadele ediyorum. 2018 yılı sınav yılımdı sanırım bu da çok büyük etken oldu. Kendimi başarısız, yetersiz, özgüvensiz, işe yaramaz hissediyordum. Tüm bunları yaşarken de korkuyor, geriliyordum. Bu gerginlikle birlikte çarpıntı ve nefes alamama durumu yaşadım. Kapalı alanlarda duramıyordum, dışarıda fazla kalamıyordum. Sanki sürekli yanlış bir şey yapıyormuşum hissi vardı üzerimde ve insanların bana kızmasından korkuyordum. Haklı olduğum bir konuda bile konuşamıyordum, sesim içime kaçmıştı sanki. Hala arada kendini gösteriyor bu sessiz kalma durumu ama eskisi kadar yüksek yaşamıyorum artık. Kimyasalsız iyileşmeyi dilerdim ama ne yazık ki mümkün olmadı. Arkadaşım vesilesiyle psikiyatriste gittim, tüm yaşadıklarımı, önceden anoreksiya geçirdiğimi; kısacası her şeyi anlattım. O da bana Zedprex (eski adıyla Prozac) ı önerdi. 2-3 ay sonra etkilerini göstermeye başladı. Ota çöpe ağlamayı bıraktım, kafamda kötü senaryolar kurmamayı başardım, sosyal ilişkilerim düzeldi, detaycılığım biraz da olsa azaldı, gereksiz sorgulamayı bıraktım. 
Bir ara günde 2 tane ilaç almamı söylemişti Edirne'deki doktorum. Ancak ben sadece o dönemlik bir çöküş yaşadığımı bildiğim için bu talimata uymadım ve günde bir tane almaya devam ettim. Şimdi gerçekten iyiyim, belirli zamanlar dışında ağlamıyorum, depresif olmuyorum, etrafı gri görmüyorum. Uzun zamandır tek istediğim bir terapiste gitmek. Onu da halledersem hiçbir sorun kalmayacak.

28 Nisan 2020 Salı

İNSANLAR DEĞİL, TEKNOLOJİ KONUŞUYOR


Eski bayram zamanlarını hatırlar mısınız? Hani ellerin öpüldüğü, şeker çikolataların dağıtıldığı, severek hazırlanan o yemeklerin yendiği tatlı sıcak yuvalarda geçen, şimdiki gibi tatille geçiştirilmeyen o güzel bayramlar. Güzel zamanlardı. Çünkü ‘’hal hatır sormak, konuşmak’’ vardı. Şimdi herkesin elinde cep telefonu, tableti; gözleri insan dışında her şeyi görüyor. Sanal dünyalarında o kadar mutlular ki gerçek dünyayı görmek dahi istemiyorlar. Robotlarla, sanal karakterlerle konuşmak daha cazip geliyor onlara. Peki bunun nedeni ne hiç düşündük mü?

Bu tarz oyunlar kişide ‘’Kontrol bende!’’ düşüncesi oluşturuyor. Hiçbir şey öğrenmeye ihtiyaç duymadan, sadece karşısındakini yenmek için uğraşıyor. Tek amacı buymuş gibi düşünüp anın büyüsüne kapılıyor. Kumar bağımlılığından hiçbir farkı yok bakıldığı zaman. İki bağımlılık da insanları bir iple bağlıyor ve o ipi çözebilene aşk olsun.

Birbirimizle konuşmanın vakti geldi de geçiyor aslında. Şu evde kalmak zorunda olduğumuz dönemde birbirimize sarılmanın, birbirimizi öpmenin değerini daha iyi anlamışken artık konuşmamız gerektiğini de anlamalıyız. Tamamen birbirimizi sevmek zorunda değiliz, ama konuşarak anlamaya çalışabiliriz. Bunun için yapılacak ilk şey; merak etmek. Meraklı olan insanlar karşısındakine kendini daha yakın hissettiriyor, bu sayede de karşıdaki insan daha çok şey paylaşmaya başlıyor.

Karşımızdakini önemsediğimizi belli etmeli, o kişiye pozitif yaklaşmalıyız. İlgi çekici bir hikaye, başınızdan geçen tuhaf bir olay gibi. Bu sayede insanların ‘’merak’’ duygusuna dokunmuş olacak ve sohbet etmeye teşvik edeceksiniz.

23 Nisan 2020 Perşembe

‘’Öfke’’liyiz, Peki Neden?


Durmadan bir öfke söz konusu. Neden yapıyoruz ki bunu? İşler yolunda gitmediğinde, istediğimiz gibi olmadığında hırçınlaşıyoruz. Halbuki karşı tarafa tatlı dille anlatsak derdimizi işler yolunda gidecek. Ama yok, biz illa işler tepetaklak olsun diye uğraşıyoruz. Kaostan besleniyoruz çünkü. Bir tartışma olsun, kavga çıksın, ‘’hassas noktasını öğreneyim zamanı geldiğinde işime yarar’’ düşüncesiyle karşı tarafa sadece zarar vermek için yaklaşıyoruz.
Bu alanda çalışma yapan psikolog Dr. Charles Spierberg’e göre öfke; ‘’hafif bir rahatsızlıktan, şiddetli kızgınlık ve hiddete kadar değişebilen bir duygudur’’. Öfkelendiğimizde enerji hormonlarımız adrenalin ve noradrenalinle beraber kalp hızımız ve kalp basıncımız da yükselir.  Aslında bu bilimsel açıklamalara baktığımızda öfkemiz hem karşı tarafta hem de bizde zararlı bir durum oluşturuyor. Sosyal açıdan da zorluklar çekiyoruz. İnsanlar bize yaklaşırken çekiniyor, sadece öfkeli olduğumuz için kaç tane fırsatı elimizin tersiyle itiyoruz kim bilir?
Öfke ifade edilirken saldırganlığa başvurulur. Aynı zamanda öfke, saldırı anında bizi koruyan bir savunma mekanizmasıdır. Öfke bastırılabilir, sonra da dönüştürülür ve yönlendirilir. Bu durum, öfkemizi içimizde tuttuğumuz, üzerinde düşünmediğimiz ve olumlu bir şeye odaklandığımız zamanlarda gerçekleşir. Öfkeyi yönetmek aslında elimizde olan bir şeydir.
Fazla öfkeli bir insansak eğer, bu konunun en iyi tarafı bunu zaten biliyor oluşumuzdur. Bu şekilde ne derece öfkeli olduğumuzu, en çok nelere öfkelendiğimizi tespit edebilirsek sorunu da çözebiliriz.

7 Ocak 2020 Salı

Özgüvenimi Nasıl Geri Kazandım?

Özgüvenimi nasıl geri kazandımdan önce nasıl kaybetmiştim onu anlatayım.
''Bundan 2 yıl önce deli divane aşık olduğum bir insanla birlikteydim. Başlarda arkadaştık tabii ama kalp bu, duygular değişkenlik gösterebiliyor. Aşık oldum. Onun da bana olduğunu ve her şeyi bu yüzden yaptığını sandım. Meğersem o işler hiç öyle değilmiş. Çocuk manyağın tekiydi, kendi egosunu tatmin etmek için önündekileri ezer geçerdi. Benimle de bir nevi egosunu tatmin etti. Duygularım zaten umurunda değildi, bir de karakterime, sevdiğim ve yaptığım şeylere laf söylemeye başlamıştı. Bu bir süreden sonra insanı sinir krizine sokabilecek bir şey aslında. Ama aşktan gözüm nasıl kör olduysa tek bildiğim ona olan sevgimdi.
Bir süre sonra tabiri caizse ''yalama'' olan ilişkimizi gözden geçirirken şunu fark ettim. ''Ben bu ilişkiyi neden yaşamak için uğraşıyorum ki? Bu adamın değişeceği yok, kendimden yeterince ödün verdim yine değişen bir şey olmadı. Kendimi unutup neden onu düşünüyorum, neden kendimi bu denli üzüyorum, bu kadar küçük görüyorum?'' gibi sorular sordum kendime. Ve hak da verdim. Ne yapıyordum ben? Hayat böyle geçer mi gerçekten? Benim bir hedefim, kariyer planım, hayallerim var. Elimin tersiyle bunları itip neden iflah olmaz biri için hayatımı bok çukuruna sokayım ki? Bütün bu soruları kendime sormaya başladıkça hatalarımı, yapmamam gereken şeyleri gördüm ve silkelenip kendime geldim. Tekrar eski Aslı oldum. Kendine güvenen, çalışkan, aktif, her işe koşturan, deli dolu, yazı yazmayı seven, kedi aşığı o Aslı oldum yine. Ben böyle mutluydum. İnsanlar için değişmemem gerektiğini, neysem o olmam gerektiğini anladım.''

2 yıllık travmamdaki olaylar bu kadar değildi elbette ama ben size özetledim. İşte bu şekilde eski özgüvenli halime geri döndüm. Siz siz olun kimse için değişmeye çabalamayın, bir ilişki yolunda gitmiyorsa ve sorun karşı taraftaysa onu değiştirmeye çalışmayın. O yola ''onsuz'' devam etmeyi deneyin. Her şeyin düzene girdiğini göreceksiniz. :)

Tutarsızlık, İnsanlığın Yüz Karasıdır

Tutarsızlıklardan, net olmayan durumlardan ve belirsizliklerden nefret ediyorum. Bazı şeyler baştan konuşulur, halledilir, biter sanıyordum ...