28 Nisan 2025 Pazartesi

Motorları Maviliklere Sürecek miyiz?




Bir kış soğuğunda, ayazda kalmış gibiyim. Sürekli üşüyorum. Kendimi boşlukta, yapayalnız kalmış küçük bir kız çocuğu gibi hissediyorum. O kadar çaresiz, o kadar bitkin. Kafamı toparlamak, bir şeylerle uğraşmak, meşgale edinmek o kadar zor geliyor ki. Kendimi bildim bileli çok çalışırım, kafama koyduğum şeyi er ya da geç başarırım, koşullar ne olursa olsun. Sanki bu aralar sıkıştım kaldım bir fanusta, cama vuruyorum, sesleniyorum ama kimse duymuyor beni. Ya da ben mi duyuramıyorum?

Dergimin ismi gibi bir mucize bekliyorum hayattan. Bu da evrenin bir oyunu, ancak her oyun gibi bu oyun da bitecek. Güneşli günlere geri döneceğim anı iple çekiyorum. ☀️

Nazım Hikmet'in dediği olur mu sizce?

Güzel günler göreceğiz çocuklar,
güneşli günler
                göre-
                      -ceğiz...
Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar,
ışıklı maviliklere
                          süre-
                                -ceğiz...


Göreceğiz, değil mi?



23 Şubat 2025 Pazar

Babama Mektup-1



















Keşke şimdi burada olsaydın...

Elinde televizyon kumandası, sürekli kanalları geziyor olurdun. Bir yandan canın kahve çekiyor olurdu ama ben söylemeden dile getirmezdin. Tabletine indirdiğin oyunlarınla tartışıyor olurdun. Hiçbir zaman anlamazdım o sinirini. Tıpkı Fenerbahçe maçlarını izlerken yaşadığın öfke patlamaları gibi. Hala anlamıyorum gerçi, 22 tane adam top peşinde koşturuyor, sen yarısına kuruluyorsun falan... İlginç yani. Yine de ben bu anıları gülerek hatırlayacağım çünkü bu hatıralar, davranışlar, huylar seni sen yapan şeylerdi.

Şu an gittiğin yerden memnun musun, orada buluştuğun eski arkadaşların var mı, rakıyı çok severdin; orada da içiyor musun kendi yaptığın rakıları, yoksa benim gibi sana kahve yapan birileri var mı? Bilmiyorum. 

Hiç rüyalarıma uğramadın. Dayım geliyor ara ara, çok sağlıklı görüyorum onu. Sen de gel olur mu, o halinle hatırlayayım seni.

Westa'ya gözümüz gibi bakıyoruz, haftaya veterinere götüreceğiz aşısını yaptırmaya. En son seninle gitmiştik, hatta orada bir kedi ve annesi ile tanışmıştık, sohbet etmiştik. Birlikte hasta yatan kedilere bakıp onlara şifa dilemiştik. Dilerim iyilerdir ve dilerim sen de yerinde mutlusundur baba, babam.

Seni çok seviyorum. Rüyalarımda buluşalım olur mu?



-Kızın

2 Ekim 2024 Çarşamba

Son 1 Senedir Canım Epey Sıkkın

Canım o kadar sıkkındı ki ne yapacağımı bilemedim. Uzun süredir de yazmadığımı fark edince oturdum bilgisayarımın başına.

Esasında söylenecek çok şey var ama lügatımda o kadar çok kelime var mı, bilmiyorum... Tabiri caizse içim acıyor ve bunun ağırlığını taşıyabilecek ne bir cümle var ne de kelime. Sürekli düşünüyorum, en son ne zaman bu kadar çok acı çektim diye. Sonra buluyorum cevabını; 8 yaşındayken, 14 yaşındayken, 18 yaşındayken ve işte şimdi, 24 yaşında iken çekiyorum aynı acıyı. Sevdiğini kaybetmek üzere olmak ve bu acıyla yüzleşmek kahrediyor beni. Ama size bir şey itiraf edeyim mi? Sevdiğim bir insanın ölümüne hiç bu kadar yakın olmamıştım.

Geçen yıl babam hastaydı, aylarca hastanelerden çıkamadık, aylarca ameliyat günü bekledik. Tam bitti, rahat bir nefes aldık derken dedemi kaybettik. Çok yaşlıydı ve artık acı çekmediğini bilmek bizi mutlu ediyordu. Şimdi durum böyle değil, çok daha kötü ve 3 ay geçti, hala kabullenemiyorum, sanırım hiçbir zaman da kabullenemeyeceğim.

Böyle bir acıyla nasıl baş edilir bilmiyorum, yaşayarak öğreneceğim belli ki. Tek isteğim bir şeyler karalamaktı ve biraz daha iyi hissediyorum kendimi.

Bir sonraki karalamada görüşmek üzere.

3 Mart 2024 Pazar

Tutarsızlık, İnsanlığın Yüz Karasıdır

Tutarsızlıklardan, net olmayan durumlardan ve belirsizliklerden nefret ediyorum. Bazı şeyler baştan konuşulur, halledilir, biter sanıyordum yıllarca. Meğer ne güzel yanıltıyor beni insanoğlu. Her geçen gün yeni bir şey öğreniyorum haklarında. Arkalarında duvar gibi durdukları o düşünceleri sadece birkaç gün içerisinde yıkılabiliyor, belki de ufak bir sarsıntı ile. Trajik olacak ama bu duvarların ufak bir sarsıntıda yıkıldığını düşünürsek deprem yaşandığında ne gibi yıkımlar olacak? Ufak sallanmalarda ayakta duramayan insanlar, diğer tüm acıların karşısında nasıl duracak? Bir ilişkiyi baz alalım: Çok farklı düşünen iki insanın iletişim kurarak birbirini tanıması gerekir. Ufak sorunlarda kaçmak yerine konuşarak çözüm üretebilmeliler. Bunu yapamazlarsa yalnızca karşısındaki ile değil, kimseyle düzgün bir ilişki yaşayamazlar. Bu sadece ilişkiler için de geçerli değil, arkadaşlıklarda da böyle durumlar yaşanabiliyor. Merak ediyorum, neden kolaya kaçıyorsunuz? Bu hayata yalnızca bir kere geldiniz, bazı şeylerin çabalamadan olamayacağını düşünebiliyor olmalısınız. Bir sınava çalışmadan dersi geçemezsiniz mesela. Kopya ile geçmeyi de tercih edebilirsiniz tabii ki, ama yine kolaya kaçmış olursunuz. Hayatın böyle zevkli olacağını size düşündüren ne oldu, gerçekten merak ediyorum.

Kolaya kaçmak, oldukça basit bir eylemdir. Bunu herkes yapabilir ve bu eylem kimseyi özgün kılmaz. Özgün olabilmek, bir ilişki için, bir iş için, bir fikir için sonuna kadar savaşmaktır. Bu savaşın galibi olabilmek, karşı taraf ile kurduğunuz sağlıklı iletişim ile mümkün olacaktır. Bunu sağlayamadığınız da hükmen yenik sayılırsınız. 

Hayat, çıkarken nefes nefese kalacağınız uzun bir yokuş gibidir. Bu yokuşun sonunda kazanacaklarınız sizi heyecanlandırıyorsa çabalarsınız. Eğer yokuşun sonuna gelemeyeceğinizi baştan kabul ediyorsanız bu yokuşta size eşlik etmek isteyenlerin vaktini çalmayın. Yalnızca sizin değil, herkesin vakti değerli. Bazı şeyler denenmeden bilinmese de bunun aksine bazı durumları denemeden tahmin edebilirsiniz. İyi düşünün, yalnızca kendinizi değil tabii, karşınızdaki insanın da duygularını düşünün ve paylaşın. Sonunda yalnız kalmak istemiyorsanız bunu yapmanız şart.

22 Haziran 2022 Çarşamba

Benim Sitemim Karanlığı Seçenlere!

Şu an yazacağım satırları yazıp yazmama arasında o kadar çok kaldım ki. Dedim ki yaz, her şeyimi paylaşıyorum, burası benim günlüğüm, sadece iyi şeyleri yazmak samimiyetsiz olur. Sonra vazgeçtim, herkes okuyacak özeli kalmayacak vs. Ama en sonunda doğru kararı verdiğime inanıyorum. Evet, okumak için hazırsanız başlıyorum.

Günümüz ilişkilerini şekillendirmek ve yaşamak zor, biliyorsunuz. Şu ana kadar ne için, kim için savaştıysam hep yarım kaldı. Gerçekten savaşılmayı hak ettiğini düşündüğüm insanların hiçbiri şu anda yanımda değil, nerede olduklarını da bilmiyorum. Bir anlık yanılgıya kapılıp kendimi yormayı seçtiğim bir yol olmuş bu kısaca. Ama asla pişman değilim. Pişmanlıktan ziyade kızgınım, kırgınım. Sevmek, saymak, paylaşmak, gerektiğinde kırmak ve kırılmak ama en sonunda gönül alabilmek. Bunlar benim hayatımda kullandığım anahtar sözcükler, hep de kullanacağım. Ama diğer insanların da kullanmasını o kadar isterdim ki. Kalp kırmış, yanlış sözler sarf etmiş, üzmüş olabilirim; hiçbir zaman yapmadım, haklıyım kafasında olmadım, olmayacağım da. Ama konuşarak, bir şeyleri anlatarak çözmeye çalıştıkça karşı tarafın kaçtığını hissediyorum. Öyle zor ki tek başına savaşmak. Neden kaçmak yerine dinlemiyorsunuz? Neden bir şeyleri paylaşarak güzelleştirmek yerine karanlığı ve depresyonu seçiyorsunuz? Gerçekten merak ediyorum. Benim sitemim karanlığı seçenlere, bazen karanlık tarafı seçip asıl yeri aydınlık olan kişilere değil.

Bu tarz durumlarda siz hangi taraftasınız, yorumlara yazmanızı merakla bekliyorum. Belki istişare yaparız.

8 Mart 2022 Salı

Acıların Kadını Bergen'in Trajik Hikayesi

 


Belgin Sarılmışer, ya da sahne adıyla bilinen Bergen, 15 Temmuz 1959 yılında Mersin'de 7 çocuklu bir ailenin son çocuğu olarak doğdu. Anne ve babası boşandıktan sonra annesi ile Ankara'ya yerleşti. Kendisi Türk arabesk şarkıcısıydı ve aynı zamanda oyuncuydu. Ankara'da konservatuarın orta bölümüne başladı fakat okulu yarım bıraktı. Bir süre PTT bünyesinde memur olarak çalıştı. Bir gece Ankara'da arkadaşlarıyla eğlenmeye gittiği ''Seyman Kulüp'' isimli pavyonda Orhan Gencebay'ın ''Batsın Bu Dünya'' şarkısını söyledi. Pavyon sahibi Bergen'in sesini çok beğendi ve pavyonda çıkmasını teklif etti. Ankara'da birçok pavyonda çalıştıktan sonra gelen bir teklifi değerlendirerek Adana'ya gitti. Adana'ya gitmek Bergen'in acılı hikayesinin başlangıcı oldu. Çünkü orada Halis Serbest ile tanıştı. Serbest, Bergen'e her gece çiçekler gönderiyor, en ön masada kendisini seyrediyordu. Serbest'in inadı ve ısrarı üzerine evlendiler. 

1988 yılında yapılan bir mülakatta Bergen olanları şöyle anlattı;

"Ben sahneyi çok seven, açıkçası sanatına âşık bir kişiydim. O ise kıskanç bir insandı. İlk başlarda bana hissettirmemeye çalıştı. Ama sonra ortaya çıktı, ilk dayağımı o zaman yedim. Beni sahneden aldı ve bir eve kapattı."

Halis Serbest'ten ayrılan Bergen, annesiyle birlikte İzmir'e kaçtı. Serbest, kiralık bir katile 500 bin lira vererek İzmir'e gönderdi. 31 Ekim 1982 gecesi İzmir Alsancak'ta ''New York'' adındaki pavyonun kapısında annesiyle birlikte taksiye binmek üzereyken kiralık katilin kezzap saldırısına maruz kaldı. Bergen, daha sonra yapılan bir mülakatta olay anını şöyle anlattı;

“O anda iki gözüm gitti. Biraz alkollü olduğum için hiçbir şeyin farkında değilim. Sadece çığlıklar duyuyorum. Bir ara 'Suya götürün!' diyorlar. Kadere bak ki, sular kesik. Su, ip gibi akıyor. Üzerimdeki giysileri yırtıp her tarafımı sardılar. O an her yer çok karanlık, bir şey göremiyor, gözlerimi açamıyorum. Kısa bir süre sonra ekip arabası geldi. Ege Üniversitesi Hastanesi'ne götürdüler. Hastanede 45 gün kaldım, yara tedavisi gördüm.”

Bergen bu olayda çok ağır yaralandı. Olayı basından takip eden, o zamanların ünlü estetik cerrahı Onur Erol, gönüllü olarak Bergen'e yardım etti.  Bergen İzmir'den Ankara'ya getirildi. Onur Erol, 13 Şubat 2010 tarihinde Milliyet Gazetesi'nden Elif Berköz'e hastasının durumunu şöyle anlattı;

''En az üç kez ameliyat ettiğimi hatırlıyorum onu. Çünkü dokuların iyileşmesi, olgunlaşması aylar sürer bu tip yanıklarda. Zımparalama yöntemiyle Bergen’in derilerini soymuştuk. Sağ gözü çıkmıştı, kapakları kapanmıyordu. Sonradan eklenecek protez için göz çukuru yaptım. Burun kanatları yok olmuştu, oraya kıkırdaklar kondu. Yüzüne kalçasından deri eklendi.''

Sağ gözünün hasarı sebebiyle saçlarını sağ gözünün üstüne atmasıyla, bazense güneş gözlüğüyle olan imajıyla akıllarda kaldı Bergen. 1986'da yayınladığı dördüncü stüdyo albümü ''Acıların Kadını'', kendi hayat hikayesini anlatan albümle aynı adlı filmde oynamasının ardından ''Acıların Kadını'' olarak anılmaya başladı.

14 Ağustos 1989'u 15 Ağustos'a bağlayan gece, Adana'da boşandığı eşi Halis Serbest tarafından kurşunlanarak öldürüldü. Bergen 30 yıllık kısa yaşamına 6 long play, 11 kaset, 129 şarkı ve 1 video filmi sığdırdı. Şu anda memleketi Mersin'de Şehir Mezarlığı'nda yatmaktadır. 

Dileriz huzurlu bir uyku uyuyorsundur Bergen. Çünkü sen yaşarken o huzuru, mutluluğu yaşayamadın. Umarız ki şimdi yaşıyorsundur...

3 Mart 2022 Perşembe

23 Yaşından Beri Şizofreni Hastalığıyla Savaşan Onur’un Hikayesi

 


Onur, Ankara’da yaşamış ve 5 yaşında okula başlamıştı. Etrafındaki insanlar onun çok zeki olduğunu düşünmüş hep. Kitap okumayı çok seven Onur, hastalığı sebebiyle bir süre sonra bunu yapamamaya başlamıştı. Bir gün yine kitaplara bakarken Hayat Ansiklopedisi’ne denk gelmiş ve ‘’Şizofreni Maddesi’’ ilgisini çekmiş. Her şeyi okuduktan sonra okuduğu sayfada 2 tane resim görmüş. O resimleri hala hatırlıyormuş Onur. Bir küçük kız ve bir küçük köpek birlikte ağaç altında piknik yapıyorlarmış. Normal insanların gördüğü resim buymuş en azından. Fakat şizofreni hastası bir insanın görmüş olduğu şey havanın kasvetli oluşu, korkunç ve küçük bir kız ve son olarak da canavar bir köpekmiş. İşte şizofreni merakı tam olarak burada başlamış.

İlk atağını 23 yaşında Bolu’da üniversite öğrencisiyken geçirmiş. Arkadaşlarıyla film izlerken başına aniden bir şey olmuş. Onur bunu anlatırken evlerde atan sigortaya benzetmiş yaşadığı durumu. Burnuna gelen yanık kokusuyla kendini mutfağa atmış. Ardından evin içinde gezmeye başlamış fakat kimseye bir şey söylememiş. Bir terslik olduğunu anlamış elbette ancak tam olarak kavrayamamış yaşadığı şeyi. Daha sonra evdeki arkadaşlarının ajan olduğunu, film izlerken kendisini öldüreceğini ve intihar ederek kurtulacağını düşünmüş. O an bütün algıları, düşünce ve duyguları bozulmuş. Film bittikten sonra dolaşmak için dışarı çıkmış fakat dönüş yolunu bulamamış ve 2-3 saat boyunca dolaşıp durmuş. En sonunda evi bulduğunda kız arkadaşı ona ‘’Neden geç kaldın, evin yolunu bulamadın değil mi?’’ Diye sorunca düşüncelerinin okunduğundan şüphelenmeye başlamış. Onur, bu tarz ataklarla 2-3 sene ilaçsız bir şekilde yaşamaya çalışmış. Kimseye tek kelime etmemiş. İlk atağından sonra 2-3 ay boyunca gündüzleri dışarı çıkamamış. Nadiren akşamları çıkıyormuş. Yoğun bir korku hissediyormuş.

Ailesi ve arkadaşları bir terslik olduğunu anlayınca Onur’u doktora götürmek istemiş haliyle. Ama Onur bunu hiç istememiş, çünkü doktorların ajan olduğunu ve kendisini zehirli bir iğneyle öldüreceğini düşünüyormuş. Bir gün babası, annesini hastaneye götürme bahanesiyle Onur’u doktora götürmüş. Onur ise tedaviye ihtiyacı olmadığını söyleyerek odadan ayrılmış. Yıllar sonra ağabeyinin ısrarları sonucu doktora gitmeyi kabul etmiş. Eski düşünceleri değişmemiş, hala doktorların kendisini öldüreceğini düşünüyormuş. Fakat doktor bir şekilde Onur’u ikna etmiş. Sonuç olarak, yıllar sonra Onur ilaç tedavisine başlamış. Tedavi başladıktan sonra ilaçların etkisiyle 58 kilodan 100 kiloya çıkmış. Doktorun raporunda şizofreni teşhisini gördükten sonra internette araştırmaya başlamış ve senelerdir yaşadığı bütün sıkıntıların maddeler halinde yazıldığını görmüş.(Televizyondan gelen şifreli mesajlar, düşüncelerinin okunduğunu düşünmesi, beyninin kontrol edildiğini zannetmesi gibi…) Şaşırmış önce, sonra da rahatlamış. ‘’Bu bir rahatsızlık’’ demiş kendi kendine. Şizofren olduğu için de çok üzülmüş. Bir dönem kendini demlik zannediyormuş. Kendini toprak ve su zannettiği bir dönem de olmuş.

Bir gün 40-50 tane kitabı, kitapların okurken enerji oluşturdukları ve oluşan bu enerjinin evrende bir şeylerle etkileşime girip yaşadığı sıkıntıların sebebi olduğunu zannetmesi üzerine Ankara’daki Dışkapı Köprüsü’nün altında yakmış.

Önemli ölçüde iyileşme kateden Onur, yazarlık, tiyatro ve resim kurslarına gitmiş. Şiir yazmakı çok seviyormuş. Yazarken rahatlıyor ve keyif alıyormuş. Yazar olmak hayaliymiş. İnsanları gülümsetebilen ve düşündüren şiirler, öyküler yazmak istiyormuş.

Onur’u şizofreni kadar zorlayan bir diğer durum ise işsizlik… Hem şizofreniyle hem de işsizlikle mücadele etmek zorunda. Birçok firmanın engelli kadrosu bulunuyor fakat çoğu şizofren hastasıyla çalışmak istemiyormuş.


Motorları Maviliklere Sürecek miyiz?

Bir kış soğuğunda, ayazda kalmış gibiyim. Sürekli üşüyorum. Kendimi boşlukta, yapayalnız kalmış küçük bir kız çocuğu gibi hissediyorum. O ka...